29 Kasım 2014 Cumartesi
Okuduğunu ve Dinledigini Unutmamak İçin Okunacak Dualar
“Allah’ın ismiyle! Allâh-u Tealâ noksan sıfatlardan münezzehtir. Allâh-u Te alâ ‘dan başka hiç bir ilâh yoktur. O en yüce ve en büyük Allâh-u Teâlânın yardımı olmadan hiç bir günahtan dönüş, hiç bir ibâdete de kuvvet yoktur.
(Bu zikirleri) sonsuzların sonsuzuna ve ebediyyetlerin ebediliğine kadar yazılacak her harf ve yazı adedince (söylüyorum).
Allâh-u Tealâ Efendimiz Muhammed’e Ehl-i Beyt'ine salât eylesin ve çokça selam eylesin.” (Muhammed Fethâ ibni Abdilvâhid es-Sûsi, ed-Dürratü’l-haride, 1/153)
2-Ulemanın beyan, veçhile; okuduklarından bir harf bile unutmak istemeyen kişi okumaya başlamadan önce şu duayı okur:
Ey Allah! Sen bize hikmet kapılarını aç, Sen rahmetinin hazînelerini üzerimize saç, ey celâl ve ikram sahibi (kabul et)!”(Muhammed Fethâ ibni Abdilvâhid es-Sûsî, ed-Dürratul-harîde, 1/153)
3-El-Buğye isimli eserde zikredildiğine göre; İlim kitaplarını mütalea etmek isteyen kişinin îtinâ göstermesi gereken hususlardan biri de okumaya başlamadan önce huzur u kalp ile şöyle demesidir:
4-Bazı alimler bu duayı Allâh-u Te alâ’nın fazlıyla hafıza için çok faydalı bulduklarını beyan etmişler, yine böylece bir âlimin sohbetine veya dersine katıldıklarında:
(Muhammed Fethâ ibni Abdilvâhid es-Sûsî, ed-Dürratul-harîde, 1/153)
“Ey Allah! Bu kitapta göreceğim şeylerin tümünü, o bilgilere muhtaç olduğum vakit onları benim hıfzıma iade edesin diye Sana emanet ediyorum”
“Ey Allâh! Bu zattan veya bu mecliste istifade edeceğim ilimlerin tümünü, o bilgilere muhtaç olduğum vakit onları benim hıfzıma iade edesin diye Sana emanet ediyorum” dedikleri zaman Allâh-u Teâlâ’nın izniyle hafızaları zayıf olsa da o mecliste dinlediklerini unutmadıklarını bildirmişlerdir..
28 Kasım 2014 Cuma
Abdestin Sünnetleri
1-Abdeste başlarken "Bismillâhirrahmânirrahîm" demektir.
2-Abdest almak için ayrı bir kaba su koymaktır.Yani başka bir temizlik için kullanılan suyun ve kabın abdestte kullanılmamasıdır.
3-Misvak kulanmaktır.
4-Mazmaza,yani ağzına su vermektir.
5-İstinşak,yani burnuna su vermektir.
6-Başının tamamına mesh etmektir,yani kaplama mesh yapmaktır.
7-El ve ayak parmaklarının araları ile sakalını hilallemektir (ovalamaktır).
8-Tekrar sakalını yıkamaktır.
9-İstinca yapmaktır.Yani büyük abdestten temizlikten sonra bir bezle kurulanmaktır.
10-Su ile, su yoksa taş veya toprak ile silinip iyice temizlenmektir.
Abdestin Farzları
1-Yüzünü bir kere yıkamaktır.
2-İki elini dirseklerle birlikte bir kere yıkamaktır.
3-Başının dörtte birlik kısmını mesh etmektir.
4-Ayaklarını topuklarıyla birlikte bir kere yıkamaktır.
Şayet bunlardan biri,unutkanlıkla veya kasten terk oluncaka olsa abdest tamam olmadığı gibi kılınacak olan namaz da caiz olmaz.
ABDEST
Ey Oğul!
Abdesti temiz bir yerde almak gerekir. Zira Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Abdest almak istediğiniz zaman,idrar ettiğiniz yerde abdest almayınız!Çünkü, abdest suyunun her bir damlasına bir yıllık nafile namaz sevabı verilir.*
Bir başka hadis-i şerifte Resûlü Ekrem Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
"İdrar ettiğiniz yarde abdest alırsanız, en çok vesvese bundan dolayı ortaya çıkar."
Yine bir başka hadis-i şerifte buyrulur ki:
"Her kim abdeste Besmele ile başlarsa, abdesti bitinceye kadar Kirâmen Kâtibin melekleri o kişi için sevap yazarlar."
Ashab-ı kiram'dan biri Resûlüllah (s.a.v)'e sordu:
Yâ Resûlüllah! Abdestin özelliklerinden bana haber verir misin?
Cevap olarak Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Ümmetimden bir kimse abdest alırken Bismillâh deyip elini yıkarsa etliyle işlediği günahların hepsi dökülür. Ağzına ve burnuna su verse ağzının ve burnunun günahları dökülür. Diğer azâlarını yıkadıkça da bütün günahları dökülür."
Abdesti temiz bir yerde almak gerekir. Zira Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Abdest almak istediğiniz zaman,idrar ettiğiniz yerde abdest almayınız!Çünkü, abdest suyunun her bir damlasına bir yıllık nafile namaz sevabı verilir.*
Bir başka hadis-i şerifte Resûlü Ekrem Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
"İdrar ettiğiniz yarde abdest alırsanız, en çok vesvese bundan dolayı ortaya çıkar."
Yine bir başka hadis-i şerifte buyrulur ki:
"Her kim abdeste Besmele ile başlarsa, abdesti bitinceye kadar Kirâmen Kâtibin melekleri o kişi için sevap yazarlar."
Ashab-ı kiram'dan biri Resûlüllah (s.a.v)'e sordu:
Yâ Resûlüllah! Abdestin özelliklerinden bana haber verir misin?
Cevap olarak Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Ümmetimden bir kimse abdest alırken Bismillâh deyip elini yıkarsa etliyle işlediği günahların hepsi dökülür. Ağzına ve burnuna su verse ağzının ve burnunun günahları dökülür. Diğer azâlarını yıkadıkça da bütün günahları dökülür."
27 Kasım 2014 Perşembe
Tuvalet Adabı
Ey Oğul!
Tuvalete gireceğin vakit, tuvalette musluk yoksa,su kabını eline alıp daha içeri girmeden "Bismillah" dedikten sonra sol ayağını içeri atarak gir. Kıbleye karşı oturma ve arkanı da kıbleye çevirme! İdrarına ve dışkına bakma, orada konuşma. Orada çok fazla zaman harcama ki, dışarıda bekleyen muhafaza (koruyucu) melekleri incinmesinler.
Eğer kırlık yerde bulunuyorsan temizlenmek için taş, kesek, toprak gibi şeyleri önceden hazırla ve bunlarla iyice temizlen.
Şayet su ile temizleniyorsan sol elini kullanarak temizlen! Sol elinle bevl yolunda hiçbir şey kalmamasını sağla ve buna çok özen göster.
Bu temizlikten sonra bir bezle silinip kurulan ki sudan eser kalmasın. Sonra tuvaletten çıkarken önce sağ ayağım dışanya bas ve çıkınca şu duayı oku:
Tuvalete gireceğin vakit, tuvalette musluk yoksa,su kabını eline alıp daha içeri girmeden "Bismillah" dedikten sonra sol ayağını içeri atarak gir. Kıbleye karşı oturma ve arkanı da kıbleye çevirme! İdrarına ve dışkına bakma, orada konuşma. Orada çok fazla zaman harcama ki, dışarıda bekleyen muhafaza (koruyucu) melekleri incinmesinler.
Eğer kırlık yerde bulunuyorsan temizlenmek için taş, kesek, toprak gibi şeyleri önceden hazırla ve bunlarla iyice temizlen.
Şayet su ile temizleniyorsan sol elini kullanarak temizlen! Sol elinle bevl yolunda hiçbir şey kalmamasını sağla ve buna çok özen göster.
Bu temizlikten sonra bir bezle silinip kurulan ki sudan eser kalmasın. Sonra tuvaletten çıkarken önce sağ ayağım dışanya bas ve çıkınca şu duayı oku:
"Elhamdülillâhillezi ezhebe annil ma yu'zınî ve emseke aleyye ma yenfaunî Gufraneke Rabbena ye ileykel-masîr."
Anlamı: "Hamd, bana eziyet vereni benden giderip, bana fayda temin edeni vücudumda bırakan Allah'a mahsustur. Ey Rabbimiz, bizi bağışla! Dönüş ancak Sanadır!
Yataktan Kalkma Adabı
Ey Oğul!
Sabah Olup da gün ağırınca yatağından sağ yanına dönerek kalk ve şu duayı oku:
''Bismillahi tevekkektü alallahi.La havle ve la kuvvete illa billah"
Anlamı:''Allahın adıyla. Allah'a sığınarak.Allahtan başka kuvvet ve kudret sahibi hiç kkimse yoktur.''
Gömleğini giyecek olduğun zaman, (Bismillah) diyerek önce sağ kolundan başla. Elbiseni de aynı şekilde giyersin. Sonra kuşağını sararsın (kayışını takarsın) ve şöyle dua edersin :
«Allah'ım, Vucudumu sana ibadet konusunda kuvvetli.»
Pabucunu giyecek olduğun zaman da «Bismillah» deyip ilk önce sağ ayağını giy, sonra sol ayağını giy, sonra sağ elinle kapıyı aç ve sağ ayağınla çık.
Resûl-i Ekrem sallellahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
"Her mü'minin kapısının sağ tarafında elinde bayrak olan bir melek durur.Solyanında iseyine elinde bayrak olan bir şeytan bulunur. Eğer evin sahibi Allah adını yâd ederek, sağ ayağı ile dışarı çıkarsa melek bayrağı ona verir, bu kimse akşama kadar Allah'a itaatli olur, şeytan ona bir zarar veremez. Eğer Allah'ın adını anmayıp sol ayağı ile çıkarsa şeytan bu kişinin sol eline bayrağı verir, Bu kimse akşama kadar şeytana tabi oluronun arzusu üzerine hareket eder."
O halde gayret ederek meleklere yakın ol şeytana uyma!
26 Kasım 2014 Çarşamba
Ali Şerîatî Sapık Mıdır?
Ali Şerîatî MUMAMMED KİMDİR isimli kitabında sözde Peygamberimiz’in hayatını anlatacak ya, daha önsözde “Benim bu öyküye bakış açım mezhebî îtikadlar açısından değil” diyerek okuyucuya takiyye yapıyor. Diğer bir ifadeyle acem yalanına başvuruyor.Çünkü, kitap başından sonuna kadar, söylediğinin tam tersi yazılarla dolu.
Önsözde, kitabı hakkındaki ikinci yalanı da şöyle: “…her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak…”
Önyargıdan ne kadar uzak olduğunu da aşağıda göreceğiz.
Önsözde yazdığına göre
Peygamberimiz’i kitabında şöyle anlatıyormuş:
“…bir Müslüman olarak değil de, tarafsız, ilmî bakış açısıyla olayları değerlendiren bir düşünür olarak Muhammed’in görüntüsünü sergilemek…”
İşte bu doğru… Peygamberimiz’i, gerçekten “bir Müslüman olarak” anlatmamış. Zaten Müslüman olarak anlatacak olsa, “Muhammed’in görüntüsü ” demezdi.
Ya “Hazret” ya “Aleyhisselam” veya “Peygamberimiz” derdi.
Çünkü Müslümanlık Peygamberimiz’i hürmetsiz anmaya engeldir.
Şeriatî’nin, Peygamberimiz’in hayatı hakkında kullandığı ifade de şu: Muhammed’in Siyeri.
Şimdi, Ali Şeriatî’nin, kitabının ileriki sahifelerinde yazdıklarına madde madde bakmaya çalışalım:
1- Hazreti Ömer (Radıyallâhü anh) zamanında İslam’ın İran’a girmesini içine sindiremediği için buna bir türlü fetih diyemiyor. “Arapların saldırısı”, “Ömer’in İran’a saldırı kararı” diyor. (s.13, 14)
2- Müslümanların İran’ı fethetmeleri içine öyle oturmuş ki, bu fethi hem sıradan bir savaş gibi görüyor hem de Müslümanları vahşî kabileler olarak anlatıyor. Ona göre Müslümanlar vahşî, o zamanki imansız İran ile, Doğu Roma ise ileri bir toplum.
Yine ona göre İran’ın fethi kudsî bir gayeye dayanmayan bir hegemonya.
İşte sözleri: “Burada İran veya Doğu Roma’nın Araplara yenilişi söz konusu değildir. Çünkü vahşî kabilelerin medenî toplumlara saldırısı ve onlara karşı zafer elde etmesi büyük ve ileri toplumlar üzerinde hegemonya (baskı ve üstünlük) kurması, tarihte tekerrür eden bir olaydır.” (s: 15)
3- Şeriatî’ye göre Peygamberimiz Bedir Harbi’ni, “Başarı kazanamazsam yahudi ve münafıklar bana ne derler” telaşıyla yapmış.
Peygamberimiz’in düşüncesini şöyle aktarıyor: “Nasıl olur da eli boş Medine’ye dönebilirdi. Yahudi ve münafıklar ne derlerdi.” (s: 29)
Bedir Harbi’ne katılan Ashâb-ı kiram hakkında ise şöyle diyor: “…çoğu yağmalama hedefiyle yola çıkan bir ordu…”
Yani ona göre Ashâb-ı kiram Bedir’de Allah için, din için cihad etmemiş, yağma için yola çıkmış.
4- Şeriatî, Bedir harbine iştirak eden Ashâbı kötülemeye şöyle devam ediyor: “Muhammed’in ordusunda (İfadedeki hürmetsizliğe dikkat!) bir grup, cedelleşmeye ve münakaşaya başladı.
Onlar şöyle diyordu: “Biz savaş için değil ganimet için yola çıktık. Nasıl olur da 313 kişi hem de böyle sınırlı bir techizat ile, savaşa hazır, kılıç kuşanmış bin kadar savaşçıya karşı, mutsuz ve ümitsiz bir harbe girilebilir diyordu.” (s: 32)
Bedir ordusundaki Ashâb-ı kiramı, içten içe kaynayan, ihanet etmek için fırsat kollayan kimseler olarak anlatıyor: “Muhammed… (Hazret demiyor) öyle güzel koordine etti ki, kimseye bir an bile olsun, ihaneti düşünme fırsatı vermedi.” (s: 32)
5- Ashâb-ı kiramın büyüklerini bile değişik tevhid anlayışı taşıyan, ayrı ayrı inanca sahip olan kimseler olarak gösteriyor:
“Ebûbekir’in tevhid anlayışı…
Bilal’in tevhid anlayışı..
Evet bu iki tevhid anlayışı arasındaki fark, Bedir’de iyice kendini gösterdi.” (s: 36)
Allah’ın rızasından başka bir şey düşünmeyen Bedir aslanlarını kötülemeye devam ediyor:
“Kin ve intikam ateşi daha da büyümekteydi… Peygamberin ünlü dost ve yardımcısı Ebû Huzeyfe intikam ve kin ateşi içinde yanıyordu.” (s: 40)
6- Kendi isteğinin tersine zaferle son bulan Bedir savaşı sonrasını Şeriatî şöyle anlatıyor:
“İslam ordusu ilk defa olarak en çetin savaşlardan birinden dönüyordu, gururlu ve muzaffer olarak. “
Gurur!.. Bu çok çirkin bir huy ve özelliktir. (s: 42)
Gördüğünüz gibi, İslâm ordusunu önce gururlu olmakla suçlayıp arkasından da gururun çirkin bir şey olduğunu söylüyor. Böylece, Ashâb-ı kiramı çirkin bir huya sahip olan bir topluluk olarak gösteriyor.
7- Sıra geldi Uhud harbini anlatmaya. Burada da Ashâbın en öndeki üç büyüğüne dil uzatmaktan geri durmuyor:
“Osman firar etmişti. Ömer ve Ebûbekir ortalıkta görünmüyordu.” (s: 65)
8- Uhud’dan sonraki Hamrâül Esed gazvesini anlatırken de, Peygamberimiz’i insafsızca hareket etmekle suçluyor.
“Peygamber, Ümmü Mektum’u Medine’ye başkan olarak atayıp, henüz yüreği yaralı çocuk ve kadınların inilti ve ağlama sesleri duyulan evlerden, yorgun ve yaralı Müslümanları çıkarıp harekete geçirdi…” (s: 70)
“Yorgun ve yaralı insanlar sefere çıkarılır mı? Bu kadar da insafsızlık olur mu?” demeye getiriyor.
9- Mekke’nin fethinden sonra Peygamberimiz genel af ilan etmiş, ancak birkaç kişinin bulundukları yerde öldürülmelerini emretmişti. Bunlar, işleri güçleri İslâm’ı ve Peygamberimiz’i kötülemek olan kimselerdi.
Şeriatî, bu meseleden bahsederken şöyle diyor:
“Komutanlara emir şuydu: “Sizinle savaşmayanlarla değil, savaş açanlarla çarpışın.” Fakat bir grubu adlarıyla açıkladı. Ve şöyle dedi: “Onları Kâbe’nin perdesi (örtüsü) altında bulsanız da öldürün.” (s: 189)
Şeriatî, bu meseleyle ilgili 106 nolu dipnotta Peygamberimiz’e olan düşmanlığını açıktan açığa ortaya koyuyor. İşte kullandığı ifadeler:
“Peygamber’in sükûnet ve huzur sağlamaya, Mekke’de kan dökmeyi önlemesine karşın, öyle bir ortamda tavizsizlik göstermesi, onun ruhsal yapısının normal bir rûhi yapı olmadığını gösteriyor. Onun hayat serüveni bu örneklerle doludur."
Gördüğünüz gibi, Peygamberimiz’i hem tavizsizlikle suçluyor hem de, “Normal bir rûhi yapısı olmadığını” söylüyor. Daha da ileri giderek “Hayatı bu örneklerle doludur” diyor.
Yukarıda, “Peygamberimiz’e “Hazret” dememesi şöyle dursun, HAKARET EDİYOR!” dediğim işte buydu değerli okuyucular.
10- Huneyn Harbi’ni nasıl anlattığına geçmeden önce bir hatırlatma yapalım. Bu harpte Müslümanlar önce gafil avlanıp Hevâzin ve Sakif kabilelerine mensup müşrikler karşısında bir sıkıntı yaşamışlarsa da sonunda toparlanmışlardı. O harpte müşriklerin kumandanının ismi Mâlik bin Avf idi.
Lütfen Hevâzin ve Sakif kelimelerinin müşrik, kumandanlarının da Mâlik bin Avf olduğunu unutmayınız.
Bakın Ali Şeriatî Huneyn Harbi’ni nasıl anlatıyor:
Sabah karanlığı, derenin darlığında Müslümanlar, elleri bağlı gözleri kapalı olarak kendi kadın-çocuk ve mallarıyla birlikte gelen fedâkâr Hevâzin ve Sakif savaşçılarının amansız darbeleri altında kıvranıyordu. (s: 213)
Gördüğünüz gibi müşriklere fedâkâr diyor. Anlatmaya devam ediyor:
“Bu sırada Hevâzin’in yürekli bayraktarı kızıl kıllı deve üzerinde ilerliyordu…. Bulduğunu mızrakla vurup düşürüyordu.” (s: 216)
Hevâzin kuvvetlerinin bayraktarını yürekli diye övüyor. Müslümanları vurup düşürmesinden ise büyük zevk aldığı anlaşılıyor. Aşağıda gördüğünüz gibi müşriklere fedakâr demekte ısrar ediyor:
“Fedâkâr Hevâzin ve Sakif müttefikleri, gerçi kadın-çocuk ve servetlerini savaş alanına getirmişlerdi. Fakat her an şiddetlenen, sertleşen, hışmı artan, saldırgan fırtına karşısında gitgide ümitsizleşiyorlardı.” (s: 217)
Evet müşriklerin gitgide ümitsizleşip sonunda belalarını buldukları doğru. Ne var ki, Ali Şeriatî buna kahroluyor. Ama müşrik kuvvetlerinin kumandanını son ana kadar kahraman olarak anmakta da direniyor.
Bakın:
“Son anlara kadar direnen Huneyn kahramanı Mâlik bin Avf…” (s: 221) Müşrikleri bu kadar öven yazarın, İslâm askerleri hakkında ne dediğini merak ediyorsanız buyurun:
“…büyük ve dengesiz bir ordu…” (s: 229)
11- Yukarıda temas etmiştik. Şeriatî, kitabının önsözünde “Benim bu öyküye bakış açım mezhebî îtikadlar açısından değil” diyordu. Kendi düşüncesinin de şöyle olduğunu söylüyordu: “…her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak…”
Bu nasıl önyargı ve taraf tutmaktan uzaklıktır ve mezhebî itikadlar açısından bakmamaktır ki, ashabtan baba oğul iki mümtaz sîma hakkında şu ifadelerde bulunabiliyor:
“Yarımadada Ebû Süfyanlar, Muâviyeler, münafıklar pusuya yatıp, fırsat kollamaktaydı..” (s: 314)
Eğer mezhebî açıdan bakmamış olsaydı, Hazreti Ebû Süfyan ve Hazreti Muâviye (Radıyallâhü Anhümâ) hazretlerini, münafıklarla beraber pusuya yatanlar olarak anmazdı.
Maamâfîh, yukarıdan beri yazdıklarımızdan, pusuya yatanların o iki mümtaz sahâbî mi, yoksa Ali Şeriâtî’nin kendisi mi? olduğu okuyucularımız tarafından gayet açık anlaşılmıştır.
Yazımızın sonuna geldik. Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e nasıl hakaret ettiğini anlattık ama Mustafa İslamoğlu ile ilgili yazacağımız şeyi yazamadık.
Zaten Şeriatî ile söyleyeceklerimiz bile bitmiş değil. Nasipse Ârifan’ın bundan sonraki sayılarında bunların hepsini teker teker işleyeceğiz. Tâ ki Müslümanlara zemzem diye zehir içirilmesin.
Şimdilik fî emânillah…
Ali Eren hoca - Arifan Dergisi
25 Kasım 2014 Salı
ABDESTİN ÂDABI
140-Abdestin birçok âdabı vardır. Başlıcaları şunlardır:
1.Daha vakit girmeden abdest alıp namaza hazır bulunmak. Özür sahipleri bundan müstesnadırlar.
2.Abdest alırken kıbleye yönelmek.
3.Abdest alırken yüksekçe bir yerde durmak, tâ ki abdest suları elbiseye dokunmasın.
4.Abdestte başkasından yardım istememek. Ancak bir özürden dolayı olursa, bir de başkasının kendi arzusu ile abdest suyunu hazırla-ması veya abdest uzuvlarına dökmesi adabı bozmaz.
5.Abdest esnasında bir zaruret bulunmadıkça dünya lakırdısı yapmamak.
6.Abdestin başından sonuna kadar niyeti unutmayıp kalpte tut-mak ve her uzvu abdest niyeti ile yıkarken Besmele-i Şerife'yi okumak ve her uzvu yıkarken dua etmek, salât-ü selâm getirmek.
7.Abdest alırken sıkı olmayan parmak yüzüklerini oynatmak. Dar olan yüzükleri oynatmak ise, mutlaka lâzımdır, tâ ki altı kuru kalmasın.
8.Abdestte ağza, burna sağ el ile su vermek, sol el ile sümkürmek.
9.Abdestte yüzü yıkarken göz pınarlarını yoklamak, abdest suyunu dirseklerin ve topukların yukarılarına kadar yetiştirmek.
10.Abdest suyu, israf derecede fazla ve uzuvlardan damlama-yacak derecede az olmamak. Deniz kenarında olsa bile, fazla su sarf et-mek mekruhtur.
11.Abdest suyu güneşte ısıtılmış olmamak.(Burada bakır ve benzeri kaplarda açıkta kalıp güneşte ısıtılmış su kastedilmektedir. Yoksa günümüz teknolojisinde güneş enerjisi ile ısıtılan su ile abdest almakta ve bu suyu kullanmakta hiçbir sakınca yoktur.)
12.Abdest için toprak ibrik kullanmak ve bunu sol tarafta bulun-durup kullanırken ağzından değil, kulpundan tutmak, bu ibriği yalnız kendisine tahsis etmemek, bunu boş bırakmayıp diğer bir abdeste hazır olmak üzere dolu bulundurmak.
13.Abdest bitince kıbleye karşı şahadet kelimelerini okumak. Bir hadis-i şerif meali şu şekildedir:
"Sizden biri, abdest alır ve abdestini eksiksiz olarak tamamlar, sonra da "Ben şahadet ederim ki, ALLAH Teâlâ'dan başka mabud yoktur, Hazret-i Muhammed de ALLAH'ın Rasulüdür" derse, kendisine sekiz cennetin kapıları açılır, dilediği kapıdan cennete girer."(A. b. Hanbel; No:16863; 4/145)
14.Abdestten artan sudan kıbleye karşı ayakta biraz içerek
"Allahümmec'alni minet tevvabine vec'alni minel mütetahhirin."
"Ya Rabbi! Beni her günah işledikçe tövbe eden ve günahtan kaçınıp tertemiz bulunan salih kullarından kıl." diye dua etmek.Şöyle de dua edilebilir:"Allahümme'şfinî bişifâike ve dâvini bidevâike va'sımnî minel vehli vel emrazı vel evcai"
"Ya Rabbi! Beni kendi şifan ile şifalandır, kendi devan ile deva-landır ve beni korkudan, hastalıklardan, ağrılardan koru."
15.Abdestin sonunda bir, iki veya üç kere Kadir sûrei celilesi'ni okumak.
16.Abdestten sonra kerahet vakti değilse iki rekât nafile namaz kılmak. Bu saydığımız şeyler, dînî ve sıhhî bakımdan birçok faydaları bulundurduğu için abdestin adabından bulunmuşlardır. Abdestin sün-netlerine, edeplerine aykırı olan şeyler ise, ya tahrimen veya tenzîhen mekruhtur.
1.Daha vakit girmeden abdest alıp namaza hazır bulunmak. Özür sahipleri bundan müstesnadırlar.
2.Abdest alırken kıbleye yönelmek.
3.Abdest alırken yüksekçe bir yerde durmak, tâ ki abdest suları elbiseye dokunmasın.
4.Abdestte başkasından yardım istememek. Ancak bir özürden dolayı olursa, bir de başkasının kendi arzusu ile abdest suyunu hazırla-ması veya abdest uzuvlarına dökmesi adabı bozmaz.
5.Abdest esnasında bir zaruret bulunmadıkça dünya lakırdısı yapmamak.
6.Abdestin başından sonuna kadar niyeti unutmayıp kalpte tut-mak ve her uzvu abdest niyeti ile yıkarken Besmele-i Şerife'yi okumak ve her uzvu yıkarken dua etmek, salât-ü selâm getirmek.
7.Abdest alırken sıkı olmayan parmak yüzüklerini oynatmak. Dar olan yüzükleri oynatmak ise, mutlaka lâzımdır, tâ ki altı kuru kalmasın.
8.Abdestte ağza, burna sağ el ile su vermek, sol el ile sümkürmek.
9.Abdestte yüzü yıkarken göz pınarlarını yoklamak, abdest suyunu dirseklerin ve topukların yukarılarına kadar yetiştirmek.
10.Abdest suyu, israf derecede fazla ve uzuvlardan damlama-yacak derecede az olmamak. Deniz kenarında olsa bile, fazla su sarf et-mek mekruhtur.
11.Abdest suyu güneşte ısıtılmış olmamak.(Burada bakır ve benzeri kaplarda açıkta kalıp güneşte ısıtılmış su kastedilmektedir. Yoksa günümüz teknolojisinde güneş enerjisi ile ısıtılan su ile abdest almakta ve bu suyu kullanmakta hiçbir sakınca yoktur.)
12.Abdest için toprak ibrik kullanmak ve bunu sol tarafta bulun-durup kullanırken ağzından değil, kulpundan tutmak, bu ibriği yalnız kendisine tahsis etmemek, bunu boş bırakmayıp diğer bir abdeste hazır olmak üzere dolu bulundurmak.
13.Abdest bitince kıbleye karşı şahadet kelimelerini okumak. Bir hadis-i şerif meali şu şekildedir:
"Sizden biri, abdest alır ve abdestini eksiksiz olarak tamamlar, sonra da "Ben şahadet ederim ki, ALLAH Teâlâ'dan başka mabud yoktur, Hazret-i Muhammed de ALLAH'ın Rasulüdür" derse, kendisine sekiz cennetin kapıları açılır, dilediği kapıdan cennete girer."(A. b. Hanbel; No:16863; 4/145)
14.Abdestten artan sudan kıbleye karşı ayakta biraz içerek
"Allahümmec'alni minet tevvabine vec'alni minel mütetahhirin."
"Ya Rabbi! Beni her günah işledikçe tövbe eden ve günahtan kaçınıp tertemiz bulunan salih kullarından kıl." diye dua etmek.Şöyle de dua edilebilir:"Allahümme'şfinî bişifâike ve dâvini bidevâike va'sımnî minel vehli vel emrazı vel evcai"
"Ya Rabbi! Beni kendi şifan ile şifalandır, kendi devan ile deva-landır ve beni korkudan, hastalıklardan, ağrılardan koru."
15.Abdestin sonunda bir, iki veya üç kere Kadir sûrei celilesi'ni okumak.
16.Abdestten sonra kerahet vakti değilse iki rekât nafile namaz kılmak. Bu saydığımız şeyler, dînî ve sıhhî bakımdan birçok faydaları bulundurduğu için abdestin adabından bulunmuşlardır. Abdestin sün-netlerine, edeplerine aykırı olan şeyler ise, ya tahrimen veya tenzîhen mekruhtur.
ABDESTİN SÜNNETLERİ
139-Abdestin başlıca sünnetleri şunlardır:
1.Abdeste başlarken evvelâ temiz olan elleri bileklere kadar yıkamak. Temiz olmayan elleri evvelce yıkamak ise farzdır, ta ki diğer uzuvları kirletmesin.
2. Abdeste "Eûzü" ve "Besmele" ile başlamak. Abdest arasında okunacak besmele ile bu sünnet yerine getirilmiş olmaz.
(Hanbelîler'e göre abdestin başlangıcında besmele okumak vacip-tir, kasden terk edilirse, abdest batıl olur, yanılarak veya bilmeyerek terk edilmesi, abdesti iptal etmez.)
3. Niyet etmek, yani abdesti, namaz kılmak veya abdestsizliği gidermek veya Hak Teâlâ'nın emrini yerine getirmek kastı ile almaktır.
Dil ile: "Niyet ettim ALLAH rızası için abdest almaya" denilmesi, güzel görülmüştür. Niyetin vakti, elleri veya yüzü yıkamaya başlama zamanıdır.
(Mâlikîler ile Şafiîler'e göre abdestin başlangıcında niyet etmek farzdır. Hanbelîler'e göre de niyet abdestin sahih olmasının şartıdır.
4. Mazmaza ve istinşak. Şöyle ki elleri yıkadıktan sonra evvelâ üç kere ağza, dolusunca su alınır ki, buna "mazmaza" denir. Üç kere de burunun yumuşağına kadar su alınır ki, buna da "istinşak" denilir. Bunların her defasında su yenilenir. Bunlar ile ağız ve burun içerisi yıkanılmış ve kullanılacak suyun tadı, kokusu anlaşılmış olur.
5. Mazmaza ve istinşakta mübalâğa etmek. Şöyle ki su mazma-zada boğaza kadar, istinşakta burnun katı yerine kadar vardırılır. Fakat oruçlu kimseler böyle mübalâğa yapmazlar.
6. Misvak kullanmak. Şöyle ki misvak arak denilen ağacın dalıdır. Bunun gibi elyaflı olan diğer ağaç dallarından da yapılabilir.
Misvak, parmak kalınlığında ve kullananın karışı boyunda olmalıdır. Sağ ele alınır, serçe parmağının üstünden geçirilir, baş parmakla altından tutulur, ıslatılarak ağzın sağ tarafından başlanır, dişlere enine sürülür, kullanılması oruca mani değildir.
Misvağın pek çok faydaları ve sevabı vardır. Dişleri temizler, ağız kokusunu giderir, sıhhate hizmet eder. Bir hadis-i şerifte "Misvak ağzı temizleyici ve Rabbin rızasını celb edicidir." buyurulmuştur.İbn-i Mâce; Tahâret:7 No:289 1/106 Müslim; Tahâret:15; No:45; Ebû Dâvud; Tahâret: 25, Tirmizi; Tahâret:18 No:22,23 Nesâî; Tahâret:5-6, A. b. Hanbel; 1/80
Diğer bir hadis-i şerifte de "Eğer ümmetime zahmet vermeyecek olsa idim, her abdest alırken misvak kullanmalarını emrederdim." buyurulmuştur.Buhâri; Savm:27; No:1831; 2/682; Cuma:7; No:847; 1/303 Müslim; Taharet:15; No:42 Ebû Dâvud; Taharet:25: No:47; 1/59 Tirmizi; Taharet: 18; Salat:10 Nesâî; Taha-ret:7; Mevakıt:20 İbn-i Mâce; Salat:8; Taharet:7 Dârimi; Taharet: 18; No:683 Muvatta; Taharet:32; No:115; 1/81 A. b. Hanbel; 1/80-120-214-221-366; 2/28-94-231-345-250-256-287-313-384-399-400- 429-433-460-473-496-502-509-517-531;3/442;4/114-116; 5/193-410; 6/150-325-429
1.Abdeste başlarken evvelâ temiz olan elleri bileklere kadar yıkamak. Temiz olmayan elleri evvelce yıkamak ise farzdır, ta ki diğer uzuvları kirletmesin.
2. Abdeste "Eûzü" ve "Besmele" ile başlamak. Abdest arasında okunacak besmele ile bu sünnet yerine getirilmiş olmaz.
(Hanbelîler'e göre abdestin başlangıcında besmele okumak vacip-tir, kasden terk edilirse, abdest batıl olur, yanılarak veya bilmeyerek terk edilmesi, abdesti iptal etmez.)
3. Niyet etmek, yani abdesti, namaz kılmak veya abdestsizliği gidermek veya Hak Teâlâ'nın emrini yerine getirmek kastı ile almaktır.
Dil ile: "Niyet ettim ALLAH rızası için abdest almaya" denilmesi, güzel görülmüştür. Niyetin vakti, elleri veya yüzü yıkamaya başlama zamanıdır.
(Mâlikîler ile Şafiîler'e göre abdestin başlangıcında niyet etmek farzdır. Hanbelîler'e göre de niyet abdestin sahih olmasının şartıdır.
4. Mazmaza ve istinşak. Şöyle ki elleri yıkadıktan sonra evvelâ üç kere ağza, dolusunca su alınır ki, buna "mazmaza" denir. Üç kere de burunun yumuşağına kadar su alınır ki, buna da "istinşak" denilir. Bunların her defasında su yenilenir. Bunlar ile ağız ve burun içerisi yıkanılmış ve kullanılacak suyun tadı, kokusu anlaşılmış olur.
5. Mazmaza ve istinşakta mübalâğa etmek. Şöyle ki su mazma-zada boğaza kadar, istinşakta burnun katı yerine kadar vardırılır. Fakat oruçlu kimseler böyle mübalâğa yapmazlar.
6. Misvak kullanmak. Şöyle ki misvak arak denilen ağacın dalıdır. Bunun gibi elyaflı olan diğer ağaç dallarından da yapılabilir.
Misvak, parmak kalınlığında ve kullananın karışı boyunda olmalıdır. Sağ ele alınır, serçe parmağının üstünden geçirilir, baş parmakla altından tutulur, ıslatılarak ağzın sağ tarafından başlanır, dişlere enine sürülür, kullanılması oruca mani değildir.
Misvağın pek çok faydaları ve sevabı vardır. Dişleri temizler, ağız kokusunu giderir, sıhhate hizmet eder. Bir hadis-i şerifte "Misvak ağzı temizleyici ve Rabbin rızasını celb edicidir." buyurulmuştur.İbn-i Mâce; Tahâret:7 No:289 1/106 Müslim; Tahâret:15; No:45; Ebû Dâvud; Tahâret: 25, Tirmizi; Tahâret:18 No:22,23 Nesâî; Tahâret:5-6, A. b. Hanbel; 1/80
Diğer bir hadis-i şerifte de "Eğer ümmetime zahmet vermeyecek olsa idim, her abdest alırken misvak kullanmalarını emrederdim." buyurulmuştur.Buhâri; Savm:27; No:1831; 2/682; Cuma:7; No:847; 1/303 Müslim; Taharet:15; No:42 Ebû Dâvud; Taharet:25: No:47; 1/59 Tirmizi; Taharet: 18; Salat:10 Nesâî; Taha-ret:7; Mevakıt:20 İbn-i Mâce; Salat:8; Taharet:7 Dârimi; Taharet: 18; No:683 Muvatta; Taharet:32; No:115; 1/81 A. b. Hanbel; 1/80-120-214-221-366; 2/28-94-231-345-250-256-287-313-384-399-400- 429-433-460-473-496-502-509-517-531;3/442;4/114-116; 5/193-410; 6/150-325-429
Misvak bulunmaz veya kullanılması dişleri kanatırsa, yerine par-mak kullanılabilir. Şöyle ki baş parmak, ağzın sağ tarafına, şahadet parmağı da sol tarafına salınarak üst ve alt dişler ovalanır.
Bununla beraber misvak, yalnız namazlara mahsus değildir, kulla-nılması her zaman güzel görülmüştür. Çünkü temizliğe hizmet eder ve kıl fırçalar ile yapılan diş temizlemesine her yönüyle üstün gelir.
Kadınların oruçlu olmadıkları zaman sakız çiğnemeleri, misvak yerine geçer.
7.Tertibe riayet etmek. Şöyle ki, abdestte evvelâ yüz, sonra kollar yıkanır. Daha sonra başa meshedilir, daha sonra da ayaklar yıkanır ve mestli ise, mesh edilir. Böyle tertibe riayet edilmezse, yine abdest sahih olur, fakat sünnete muhalif düşer.
(Şafiîler ile Hanbelîler'e göre abdest uzuvları arasında bu tertibe riayet edilmesi farzdır.)
8.Abdeste sağ taraflardan başlamak. Yani sağ kollar, sol kollardan evvel, sağ ayaklar da sol ayaklardan evvel yıkanır. Bu, sağ tarafın şerefinden dolayıdır.
9.Abdest uzuvlarını üçer defa yıkamak. Bunların birer defası farz, diğer ikişer defası da sünnettir. Üçten fazla veya noksan yıkamak ise, sünnete muhaliftir. Ancak şüpheyi gidermek veya suyun azlığı gibi bir zaruret sebebi ile olursa, o zaman sünnete muhalif olmaz.
10.Abdestte elleri veya ayakları yıkamaya parmak uçlarından başlamak.
11. Abdestte parmakları hilâllemek. Şöyle ki, el parmakları birbirine sokulmak suretiyle hilallenir. Ayak parmaklarının hilâllenmesi de el parmaklarından biri ile yapılır. Sol elin serçe parmağı ile sağ ayağın altından ve serçe parmağın arasından hilallemeye başlanması ve sıra ile devam edilerek sol ayağın serçe parmağında bitirilmesi güzel görülmüş-tür. Parmakları akar suya sokmak da hilâllemek yerine geçer.
12.Abdest suyunu bıyıkların ve kaşların altlarına ve yüzün çev-resinden sarkmış bulunan fazla kıllara eriştirmek.
13. Sakalın çeneden aşağıya uzamış kısmını meshetmek ve sık olan sakalı bir avuç su ile alt tarafından el parmakları ile hilâllemek. Bu İmameyn'e göredir, İmam-ı A'zam'a göre ise, müstehaptır.
14.Başın tamamını bir su ile meshetmek. Buna "kaplama mesh" denir. Kaplama meshin sünnet üzere yapılması şöylecedir: Her iki el tamamen ıslatılır, sonra bu iki elin küçük, orta ve adsız parmakları birbirine bitiştirilir. Ve bu ellerin ayaları yukarı kaldırılıp bu bitişik par-maklar, uç uca gelmek üzere birbirine yaklaştırılır ve bu parmaklar başın ön tarafından enseye kadar çekilir, sonra da iki elin ayaları başın iki tarafına yapıştırılarak ense tarafından başın önüne kadar çekilir. Bu şekilde bütün başın meshi bitmiş olur. Sonra başa değdirilmeyen baş parmakların içi ile kulakların dışları ve şehadet parmaklarının içi ile de kulakların içleri mesh edilir. Parmakların arkaları ile de boyna mesh verilir.
Bununla beraber başın tamamını her ne şekilde olursa olsun, kaplama mesh etmek de yeterlidir.
(Şafiîler'e göre meshi üç kere tekrar etmek sünnettir.)
15.Kulakları mesh etmek. Bu mesh, yeni bir su ile yapılacağı gibi yukarıda bildirildiği şekilde de yapılabilir. Serçe parmakları kulak içlerine sokarak kımıldatmalıdır.
(Hanbelîler'e göre kulaklar ile içlerini mesh etmek farzdır. Çünkü bunlar da baş tarifine dahildir.)
Bununla beraber misvak, yalnız namazlara mahsus değildir, kulla-nılması her zaman güzel görülmüştür. Çünkü temizliğe hizmet eder ve kıl fırçalar ile yapılan diş temizlemesine her yönüyle üstün gelir.
Kadınların oruçlu olmadıkları zaman sakız çiğnemeleri, misvak yerine geçer.
7.Tertibe riayet etmek. Şöyle ki, abdestte evvelâ yüz, sonra kollar yıkanır. Daha sonra başa meshedilir, daha sonra da ayaklar yıkanır ve mestli ise, mesh edilir. Böyle tertibe riayet edilmezse, yine abdest sahih olur, fakat sünnete muhalif düşer.
(Şafiîler ile Hanbelîler'e göre abdest uzuvları arasında bu tertibe riayet edilmesi farzdır.)
8.Abdeste sağ taraflardan başlamak. Yani sağ kollar, sol kollardan evvel, sağ ayaklar da sol ayaklardan evvel yıkanır. Bu, sağ tarafın şerefinden dolayıdır.
9.Abdest uzuvlarını üçer defa yıkamak. Bunların birer defası farz, diğer ikişer defası da sünnettir. Üçten fazla veya noksan yıkamak ise, sünnete muhaliftir. Ancak şüpheyi gidermek veya suyun azlığı gibi bir zaruret sebebi ile olursa, o zaman sünnete muhalif olmaz.
10.Abdestte elleri veya ayakları yıkamaya parmak uçlarından başlamak.
11. Abdestte parmakları hilâllemek. Şöyle ki, el parmakları birbirine sokulmak suretiyle hilallenir. Ayak parmaklarının hilâllenmesi de el parmaklarından biri ile yapılır. Sol elin serçe parmağı ile sağ ayağın altından ve serçe parmağın arasından hilallemeye başlanması ve sıra ile devam edilerek sol ayağın serçe parmağında bitirilmesi güzel görülmüş-tür. Parmakları akar suya sokmak da hilâllemek yerine geçer.
12.Abdest suyunu bıyıkların ve kaşların altlarına ve yüzün çev-resinden sarkmış bulunan fazla kıllara eriştirmek.
13. Sakalın çeneden aşağıya uzamış kısmını meshetmek ve sık olan sakalı bir avuç su ile alt tarafından el parmakları ile hilâllemek. Bu İmameyn'e göredir, İmam-ı A'zam'a göre ise, müstehaptır.
14.Başın tamamını bir su ile meshetmek. Buna "kaplama mesh" denir. Kaplama meshin sünnet üzere yapılması şöylecedir: Her iki el tamamen ıslatılır, sonra bu iki elin küçük, orta ve adsız parmakları birbirine bitiştirilir. Ve bu ellerin ayaları yukarı kaldırılıp bu bitişik par-maklar, uç uca gelmek üzere birbirine yaklaştırılır ve bu parmaklar başın ön tarafından enseye kadar çekilir, sonra da iki elin ayaları başın iki tarafına yapıştırılarak ense tarafından başın önüne kadar çekilir. Bu şekilde bütün başın meshi bitmiş olur. Sonra başa değdirilmeyen baş parmakların içi ile kulakların dışları ve şehadet parmaklarının içi ile de kulakların içleri mesh edilir. Parmakların arkaları ile de boyna mesh verilir.
Bununla beraber başın tamamını her ne şekilde olursa olsun, kaplama mesh etmek de yeterlidir.
(Şafiîler'e göre meshi üç kere tekrar etmek sünnettir.)
15.Kulakları mesh etmek. Bu mesh, yeni bir su ile yapılacağı gibi yukarıda bildirildiği şekilde de yapılabilir. Serçe parmakları kulak içlerine sokarak kımıldatmalıdır.
(Hanbelîler'e göre kulaklar ile içlerini mesh etmek farzdır. Çünkü bunlar da baş tarifine dahildir.)
16.Boynu mesh etmek. Şöyle ki, başı ve kulakları mesh ettikten sonra iki elin arkaları ile ve üçer parmakla yeni bir su almaya muhtaç olmaksızın boyun meshedilir. Boğazı mesh etmek bid'attır.
17.Abdest uzuvlarını, üzerine dökülen su ile iyice ovmak.
18.Abdest uzuvlarını ara vermeden yıkamak. Yani henüz biri kurumadan diğerini de yıkamaya başlamak. Buna "vilâ" denir. Havanın fazla sıcaklığından dolayı her yıkanan uzvun hemen kuruması bu vilâyı bozmaz.
Bazı alimlere göre vilâ'dan maksat, abdest alınırken ara yerde abdestten başka birşey ile uğraşmamaktır.
(Malikîler ile Hanbelîler'e göre dört abdest uzvu arasında fevre, vilâya riayet edilmesi, yani bunların hemen birbiri peşine yıkanılması farzdır.)
17.Abdest uzuvlarını, üzerine dökülen su ile iyice ovmak.
18.Abdest uzuvlarını ara vermeden yıkamak. Yani henüz biri kurumadan diğerini de yıkamaya başlamak. Buna "vilâ" denir. Havanın fazla sıcaklığından dolayı her yıkanan uzvun hemen kuruması bu vilâyı bozmaz.
Bazı alimlere göre vilâ'dan maksat, abdest alınırken ara yerde abdestten başka birşey ile uğraşmamaktır.
(Malikîler ile Hanbelîler'e göre dört abdest uzvu arasında fevre, vilâya riayet edilmesi, yani bunların hemen birbiri peşine yıkanılması farzdır.)
ABDESTİN FARZLARI
138-Abdestin farzları dörttür. Birincisi: Yüzü bir kere su ile yıkamaktır. İkincisi: İki elleri dirsekler ile beraber bir defa yıkamaktır. Üçüncüsü: Ayakları iki topuklar ile beraber bir kere yıkamaktır. Dördüncüsü: Başın dörtte bir miktarına ıslak bir el ile veya başka bir vasıta ile başka bir yerde kullanılmamış temiz bir yaşlıkla bir kere mesh etmektir. Şöyle ki :
Yüz denilen uzuv, iki kulak yumuşakları arasındaki mahal ile alında saç bittiği yer ile çene altı arasında bulunan mahalden ibarettir. Sakal başı ile iki kulak arasındaki kılsız yerler de yüzden sayılır. Bu sebeple bunları bir kere yıkamak farzdır.
Sakal sıkı olunca, onun üstünü yıkamak yeterli olur, altındaki derileri yıkamak icap etmez. Fakat seyrek olunca, altındaki derileri de yıkamak lâzım gelir.
Dirseklere gelince bunlara "Mirfak" denir, elleri dirseklere kadar, dirseklerle beraber yıkamak lâzım ise de, dirseklerin yukarılarını yıka-mak mecburî değildir. Ayakların iki tarafında olup, "sâk = topuk" deni-len yüksekçe kemikleri de yıkamak lâzımdır. Fakat bunların yukarısını yıkamak icap etmez.
Başa meshe gelince, başın nâsiye denilen ön tarafına mesh edilmesi daha faziletlidir. Mesh edilen mahal, iki kulağın üstüdür. Bu kısımdaki saçların üzerine mesh edilmesi yeterlidir. Fakat bu kısımdan aşağıya sarkan saçların mesh edilmesi yeterli olmaz. Hatta bunlar başın üstünde topuz yapılmış bulunsa bile.
(Mâlikîler ile Hanbelîler'e göre başın tamamını mesh etmek vaciptir. Şafiiler'e göre en az bir mesh bile yeterlidir.)
Yüz denilen uzuv, iki kulak yumuşakları arasındaki mahal ile alında saç bittiği yer ile çene altı arasında bulunan mahalden ibarettir. Sakal başı ile iki kulak arasındaki kılsız yerler de yüzden sayılır. Bu sebeple bunları bir kere yıkamak farzdır.
Sakal sıkı olunca, onun üstünü yıkamak yeterli olur, altındaki derileri yıkamak icap etmez. Fakat seyrek olunca, altındaki derileri de yıkamak lâzım gelir.
Dirseklere gelince bunlara "Mirfak" denir, elleri dirseklere kadar, dirseklerle beraber yıkamak lâzım ise de, dirseklerin yukarılarını yıka-mak mecburî değildir. Ayakların iki tarafında olup, "sâk = topuk" deni-len yüksekçe kemikleri de yıkamak lâzımdır. Fakat bunların yukarısını yıkamak icap etmez.
Başa meshe gelince, başın nâsiye denilen ön tarafına mesh edilmesi daha faziletlidir. Mesh edilen mahal, iki kulağın üstüdür. Bu kısımdaki saçların üzerine mesh edilmesi yeterlidir. Fakat bu kısımdan aşağıya sarkan saçların mesh edilmesi yeterli olmaz. Hatta bunlar başın üstünde topuz yapılmış bulunsa bile.
(Mâlikîler ile Hanbelîler'e göre başın tamamını mesh etmek vaciptir. Şafiiler'e göre en az bir mesh bile yeterlidir.)
ABDESTİN MAHİYETİ
136-Abdest, muayyen uzuvları usulüne göre yıkamaktan, mesh etmekten ibaret bir temizliktir, bir ibadet ve itâattır. Abdeste güzel-liğinden, nezafete hizmetinden dolayı "vuzu" adı verilmiştir. Abdestin manevî birçok faydaları, sevapları olduğu gibi, maddeten de pek çok menfaatleri vardır. Vakit vakit abdest alan bir müslüman, temizliğe riayet etmiş, temizliği alışkanlık haline getirerek kendisini birçok hastalıklara sebebiyet verecek kirli hallerden kurtarmış olur.
"Abdest üzerine abdest, nur üzerine nurdur" buyurulmuştur. Bir hadisi şerif de:
"Her kim emir olunduğu gibi abdest alır ve emrolunduğu şekilde namaz kılarsa, geçmiş günahı bağışlanır, affolunur." İbn-i Hibban: Tahâret:1; No:1042; 3/317 Nesâî: Tahâret: 108; No:144; 1/90 İbn-i Mâce; Taharet: 193; No:1396; 1/447 Dârimi; Tahâret:45; No:717; 1/197
137-Namaz gibi bir kısım dinî vazifeleri yerine getirmek için abdeste lüzum vardır. Bu vazifelerden her birinin yapılması, abdestin bir sebebidir. Abdestsiz bir kimse namaz kılamaz, tavaf edemez, Mushaf-ı Şerifi bitişik olmayan bir kılıf içinde bulunmadıkça, eline alamaz. Kur'an'ın tam veya tam olmayan bir âyetine bile el süremez. Bunlar haramdır. Fakat Kur'an-ı Kerim'i ezber olarak veya karşıdan Mushaf’a bakarak okuyabilir. Abdest ile akıllı bulûğ çağına ermiş olan ve suyu kullanmaya gücü bulunan her müslüman, lüzumu halinde mükellef olur.
"Abdest üzerine abdest, nur üzerine nurdur" buyurulmuştur. Bir hadisi şerif de:
"Her kim emir olunduğu gibi abdest alır ve emrolunduğu şekilde namaz kılarsa, geçmiş günahı bağışlanır, affolunur." İbn-i Hibban: Tahâret:1; No:1042; 3/317 Nesâî: Tahâret: 108; No:144; 1/90 İbn-i Mâce; Taharet: 193; No:1396; 1/447 Dârimi; Tahâret:45; No:717; 1/197
137-Namaz gibi bir kısım dinî vazifeleri yerine getirmek için abdeste lüzum vardır. Bu vazifelerden her birinin yapılması, abdestin bir sebebidir. Abdestsiz bir kimse namaz kılamaz, tavaf edemez, Mushaf-ı Şerifi bitişik olmayan bir kılıf içinde bulunmadıkça, eline alamaz. Kur'an'ın tam veya tam olmayan bir âyetine bile el süremez. Bunlar haramdır. Fakat Kur'an-ı Kerim'i ezber olarak veya karşıdan Mushaf’a bakarak okuyabilir. Abdest ile akıllı bulûğ çağına ermiş olan ve suyu kullanmaya gücü bulunan her müslüman, lüzumu halinde mükellef olur.
İSTİHAZA (ÖZÜR) HALİNE AİT MESELELER
132- Bir kadından üç günden az, on günden fazla gelen bir kan, hayız değil, bir istihazadır, bir hastalık kanıdır. Gebe olan kadından gelen kan da hayız değil, bir istihazadır.
(İmam Malik ile İmam Şafiî'ye göre gebe olan kadınlar da âdet görebilirler. Bu yüzden doğumdan evvel gelen kan hayız sayılır. Bu-nunla beraber Şafiîler'e göre çocuk tamamen doğduktan sonra gelen kan nifastır, bundan evvel gelen kan ve çocuk ile beraber gelen kan nifas değildir. Bu kan, kadın hayızlı bulunmuş ise, âdet kanıdır, hayızlı bulunmamış ise, hastalık kanıdır. Hanbelîler'e göre doğumla beraber dı-şa çıkan kan ve doğumdan iki veya üç gün evvel talk = doğum ağrısı gibi bir alâmete yakın olarak gelen kan, nifas sayılır.)
133- İstihaza denilen kan, başka uzuvlardan gelen kanlar gibidir. Bununla yalnız abdest bozulur. Devam ederse; sahibi, özürlü sayılır. Bu sebeple hakkında özürlülere ait hükümler geçerli olur. Kısaca özürlü olan bir kadından namaz düşmez, bu kadın orucunu kazaya bırakamaz, kendisi ile cinsel ilişki de haram olmaz.
134- Henüz dokuz yaşına girmemiş kızlardan gelen kan istiha-zadır. Bu yaştaki çocuklardan kan gelmesi nadirdir, nadir için ise, hü-küm yoktur.
135- "Sinn-i iyas" denilen çağa girip âdetten kesilmiş, iyasına hükmedilmiş, meselâ yetmiş yaşına girmiş bir kadından daha sonra gelecek kan istihazadır. Diğer bir görüşe göre bu kadın eski âdeti üzere akar kan görürse, âdeti geri dönmüş olur. Fakat az bir yaşlık görmesi âdet sayılmaz.
(İmam Malik ile İmam Şafiî'ye göre gebe olan kadınlar da âdet görebilirler. Bu yüzden doğumdan evvel gelen kan hayız sayılır. Bu-nunla beraber Şafiîler'e göre çocuk tamamen doğduktan sonra gelen kan nifastır, bundan evvel gelen kan ve çocuk ile beraber gelen kan nifas değildir. Bu kan, kadın hayızlı bulunmuş ise, âdet kanıdır, hayızlı bulunmamış ise, hastalık kanıdır. Hanbelîler'e göre doğumla beraber dı-şa çıkan kan ve doğumdan iki veya üç gün evvel talk = doğum ağrısı gibi bir alâmete yakın olarak gelen kan, nifas sayılır.)
133- İstihaza denilen kan, başka uzuvlardan gelen kanlar gibidir. Bununla yalnız abdest bozulur. Devam ederse; sahibi, özürlü sayılır. Bu sebeple hakkında özürlülere ait hükümler geçerli olur. Kısaca özürlü olan bir kadından namaz düşmez, bu kadın orucunu kazaya bırakamaz, kendisi ile cinsel ilişki de haram olmaz.
134- Henüz dokuz yaşına girmemiş kızlardan gelen kan istiha-zadır. Bu yaştaki çocuklardan kan gelmesi nadirdir, nadir için ise, hü-küm yoktur.
135- "Sinn-i iyas" denilen çağa girip âdetten kesilmiş, iyasına hükmedilmiş, meselâ yetmiş yaşına girmiş bir kadından daha sonra gelecek kan istihazadır. Diğer bir görüşe göre bu kadın eski âdeti üzere akar kan görürse, âdeti geri dönmüş olur. Fakat az bir yaşlık görmesi âdet sayılmaz.
HAYIZ VE NİFAS HALLERİNE DAİR BAZI HÜKÜMLER
122- Âdet gören veya lohusa bulunan müslüman kadınları hakkında bazı özel hükümler vardır. Şöyle ki, böyle bir kadın namaz kılamaz, şükür secdesinde bile bulunamaz, oruç tutamaz, Kur'an-ı Kerim'den -bir ayet bile olsa- okuyamaz, dua ayetlerini dua maksadı ile okuması bundan müstesnadır. Kur'an-ı Kerim'e veya onun bir levhada veya parada yazılı tam veya tam olmayan bir ayetine el dokunduramaz. En sahih olan görüşe göre Kur'an'ın tercümesi hakkında da hüküm böyledir, onu da eline alamaz. Mescitlere giremez, Kâbe-i Muazzama'yı tavaf edemez, kocası ile cinsel ilişkide bulunamaz ve kocası kendisinin göbeği altından diz kapakları altına kadar olan uzuvlarından örtüsüz olarak hatta şehvetsiz olsa bile- istifade edemez. Bütün bunlar haram-dırlar. Örtü bulunduğu taktirde ise, cinsel ilişkiden başka bir şekilde istifade edebilir.
123- Âdet gören veya lohusa olan bir kadın, bunlara mahsus müddet içinde terk edeceği farz namazları daha sonra kaza etmez. Na-mazlar her gün tekrar ettiği için kendisine şer'î şerif kolaylık göster-miştir. Fakat terk edeceği Ramazan-ı şerif oruçlarını daha sonra kaza eder.
124-Farz veya nafile oruç tutmuş olan bir kadın, böyle oruçlu iken hayız görse veya lohusa olsa, o orucu daha sonra kaza eder.
Aynı şekilde bir nafile namaza başlamış iken kendisinde böyle bir hal meydana gelse, bu namazı da sonra kaza eder. Fakat farz namaza başlamış ise, bunu kaza etmez. Çünkü bunun kendisine farz olmadığı belirmiş olur.
125- Bir kadın temiz olduğu halde yatıp da uyandığı zaman hayız görmeye başlamış olduğunu anlasa, uyandığı zamandan itibaren adet görmeye başlamış sayılır. Bilakis hayızlı bir kadın yatıp da uyandığı za-man temiz olmuş olduğunu anlasa, ihtiyaten uyuduğu zamandan itibaren temizlenmiş sayılır. Bu sebeple bu iki takdirde de eğer yatsı namazını kılmadan yatmış ve uykuda iken bu namaz vakti geçmiş bulunursa, bu namazı kaza etmesi lâzım gelir.
126- Âdet gören veya lohusa bulunan bir kadın, dua ayetlerini, dua maksadı ile okuyabilir. Allah Teâlâ'yı zikir ve tesbih edebilir. Böy-le bir kadının pişireceği yemekler ve içeceği suların artıkları mekruh değildir. Bu kadını kocasının yatağına alması, kendisinden (cinsel ilişki dışında), başka bir şekilde istifade etmesi caizdir.
127- Bir kadının âdeti henüz bitmeden kanın kesilmesine ve yıkanmasına itibar olunmaz. Bu sebeple âdeti tamamen bitmedikçe, kendisi ile cinsel ilişki yapılamaz. Çünkü adet müddeti içinde kanın tek-rar gelmesi mümkündür. Fakat kadın, böyle kanın kesilmesi üzerine yıkanmış olunca, ihtiyaten namazlarını kılar, orucunu da tutar.
128- Hayız ile nifasın azamî müddetleri geçince cinsel ilişki, derhal helâl olur. Fakat bu müddetten evvel kesilmeleri ile hemen helâl olmaz. Bu takdirde, kadın ya yıkanmış olmalıdır veya üzerinden bir namaz vakti geçmelidir veya bir özür sebebiyle teyemmüm edip onunla -hatta nafile olsa bile- bir namaz kılmış bulunmalıdır ki, bu cinsel ilişki helâl olsun.
129-Hayız ile nifas hususunda cinsel ilişki bakımından bir müslümanın gayrimüslim olan hanımı da, sahih olan görüşe göre, müslüman hanım hükmündedir. Diğer bir görüşe göre gayrimüslim hanımın âdeti her ne vakit tamam olursa, kendisine müslüman olan kocasının cinsel ilişkide bulunması helâl olur. Yıkanmasını veya bir namaz vakti geçmesini beklemeye lüzum yoktur.
130-Bir kimse, henüz âdetini bitirmemiş olan hanımına cinsel ilişkide bulunacak olsa, günahkâr olur. Bu sebeple tövbe ve istiğfar etmesi lâzım gelir. Bununla beraber fakir müslümanlara bir veya yarım dinar miktarı birşey sadaka vermesi de menduptur. Bir dinar, bir miskal, yani yüz arpa (yaklaşık 4,5 gram) ağırlığında bulunan altın sikkedir.
131-Âdet ve nifas halleri, kadınlar için bazı hususlarda bir maze-ret teşkil etmektedir. Bu sebeple kendilerine namaz farz olmuyor, oruçları da kazaya kalıyor.
Bununla beraber bu halde bulunan bir kadın, kendisinden gelen akıntıdan dolayı tam bir taharet halinde bulunamaz. Hak Teâlâ'nın ma-nevi huzuruna kabul edilebilmek ve Mukaddes Mabud'umuzun mübarek âyetlerini okuyup elde tutabilmek için tam bir taharet ve nezafet halinde bulunmak lâzımdır. Bu sebeple bu haldeki bir kadın için namaz kılmak, Kur'an-ı Kerim'i okumak, elde tutmak caiz olamaz.
Diğer bir bakımdan da böyle bir kadın, bir nevi hastadır, istirahata muhtaçtır, kendisinden gelen akıntı da kötü kokuludur, bundan selim bir tabiat rahatsız olur. Bu sebeple bu halde cinsel ilişkinin caiz olması hikmete uygun bulunamaz.
Bir de bu geçici yasak sayesinde insan, nefsine hakim kesilir, nef-sinde bir itidal yüz gösterir. Bedenî kuvvet, tamamen harcanmaktan kurtulur, sıhhatin, kuvvetin devamına hizmet edilmiş olur.
Özetle şer'i şerifin tayin ettiği hükümlerde kim bilir daha nice hikmetler, maslahatlar vardır. Bizim vazifemiz ise, bu hükümlere raiyetten başka değildir. 194. meseleye de müracaat!
123- Âdet gören veya lohusa olan bir kadın, bunlara mahsus müddet içinde terk edeceği farz namazları daha sonra kaza etmez. Na-mazlar her gün tekrar ettiği için kendisine şer'î şerif kolaylık göster-miştir. Fakat terk edeceği Ramazan-ı şerif oruçlarını daha sonra kaza eder.
124-Farz veya nafile oruç tutmuş olan bir kadın, böyle oruçlu iken hayız görse veya lohusa olsa, o orucu daha sonra kaza eder.
Aynı şekilde bir nafile namaza başlamış iken kendisinde böyle bir hal meydana gelse, bu namazı da sonra kaza eder. Fakat farz namaza başlamış ise, bunu kaza etmez. Çünkü bunun kendisine farz olmadığı belirmiş olur.
125- Bir kadın temiz olduğu halde yatıp da uyandığı zaman hayız görmeye başlamış olduğunu anlasa, uyandığı zamandan itibaren adet görmeye başlamış sayılır. Bilakis hayızlı bir kadın yatıp da uyandığı za-man temiz olmuş olduğunu anlasa, ihtiyaten uyuduğu zamandan itibaren temizlenmiş sayılır. Bu sebeple bu iki takdirde de eğer yatsı namazını kılmadan yatmış ve uykuda iken bu namaz vakti geçmiş bulunursa, bu namazı kaza etmesi lâzım gelir.
126- Âdet gören veya lohusa bulunan bir kadın, dua ayetlerini, dua maksadı ile okuyabilir. Allah Teâlâ'yı zikir ve tesbih edebilir. Böy-le bir kadının pişireceği yemekler ve içeceği suların artıkları mekruh değildir. Bu kadını kocasının yatağına alması, kendisinden (cinsel ilişki dışında), başka bir şekilde istifade etmesi caizdir.
127- Bir kadının âdeti henüz bitmeden kanın kesilmesine ve yıkanmasına itibar olunmaz. Bu sebeple âdeti tamamen bitmedikçe, kendisi ile cinsel ilişki yapılamaz. Çünkü adet müddeti içinde kanın tek-rar gelmesi mümkündür. Fakat kadın, böyle kanın kesilmesi üzerine yıkanmış olunca, ihtiyaten namazlarını kılar, orucunu da tutar.
128- Hayız ile nifasın azamî müddetleri geçince cinsel ilişki, derhal helâl olur. Fakat bu müddetten evvel kesilmeleri ile hemen helâl olmaz. Bu takdirde, kadın ya yıkanmış olmalıdır veya üzerinden bir namaz vakti geçmelidir veya bir özür sebebiyle teyemmüm edip onunla -hatta nafile olsa bile- bir namaz kılmış bulunmalıdır ki, bu cinsel ilişki helâl olsun.
129-Hayız ile nifas hususunda cinsel ilişki bakımından bir müslümanın gayrimüslim olan hanımı da, sahih olan görüşe göre, müslüman hanım hükmündedir. Diğer bir görüşe göre gayrimüslim hanımın âdeti her ne vakit tamam olursa, kendisine müslüman olan kocasının cinsel ilişkide bulunması helâl olur. Yıkanmasını veya bir namaz vakti geçmesini beklemeye lüzum yoktur.
130-Bir kimse, henüz âdetini bitirmemiş olan hanımına cinsel ilişkide bulunacak olsa, günahkâr olur. Bu sebeple tövbe ve istiğfar etmesi lâzım gelir. Bununla beraber fakir müslümanlara bir veya yarım dinar miktarı birşey sadaka vermesi de menduptur. Bir dinar, bir miskal, yani yüz arpa (yaklaşık 4,5 gram) ağırlığında bulunan altın sikkedir.
131-Âdet ve nifas halleri, kadınlar için bazı hususlarda bir maze-ret teşkil etmektedir. Bu sebeple kendilerine namaz farz olmuyor, oruçları da kazaya kalıyor.
Bununla beraber bu halde bulunan bir kadın, kendisinden gelen akıntıdan dolayı tam bir taharet halinde bulunamaz. Hak Teâlâ'nın ma-nevi huzuruna kabul edilebilmek ve Mukaddes Mabud'umuzun mübarek âyetlerini okuyup elde tutabilmek için tam bir taharet ve nezafet halinde bulunmak lâzımdır. Bu sebeple bu haldeki bir kadın için namaz kılmak, Kur'an-ı Kerim'i okumak, elde tutmak caiz olamaz.
Diğer bir bakımdan da böyle bir kadın, bir nevi hastadır, istirahata muhtaçtır, kendisinden gelen akıntı da kötü kokuludur, bundan selim bir tabiat rahatsız olur. Bu sebeple bu halde cinsel ilişkinin caiz olması hikmete uygun bulunamaz.
Bir de bu geçici yasak sayesinde insan, nefsine hakim kesilir, nef-sinde bir itidal yüz gösterir. Bedenî kuvvet, tamamen harcanmaktan kurtulur, sıhhatin, kuvvetin devamına hizmet edilmiş olur.
Özetle şer'i şerifin tayin ettiği hükümlerde kim bilir daha nice hikmetler, maslahatlar vardır. Bizim vazifemiz ise, bu hükümlere raiyetten başka değildir. 194. meseleye de müracaat!
NİFAS HALİNE AİT MESELELER
117- Nifas = Lohusalık halinin en az sınırı yoktur, bir gün bile olabilir, en son sınırı ise, kırk gündür. Bundan sonraki kan nifas değil-dir. Bununla beraber bazı kadınlar, çocuk doğurduktan sonra on beş veya yirmi, yirmi beş gün kadar kan görür, ondan sonra temizlenmiş olurlar. Bu sebeple onların nifas müddeti, bu kadar olmuş olur, bundan sonra yıkanır, namaz kılar, oruç tutarlar.
(Nifasın en son sınırı İmam Malik'e göre yetmiş, İmam Şafiî'ye göre altmış gündür. Çoğunlukla kırk gündür.)
118- El, ayak gibi uzuvları belirmiş olan bir çocuğun düşmesiyle nifas hali meydana gelir ve çoğunlukla on, on beş gün kadar devam eder. Fakat âzası henüz belirmemiş bir düşük ile nifas hali meydana gelmez. Bunun düşmesiyle görülen kan üç gün devam eder, evvelce de en az on beş gün temizlik hali devam etmiş bulunursa, bu bir hayız kanı olmuş olur, böyle olmazsa, istihaza (özür) sayılır.
119-Hayız, nifas, istihaza (özür) halleri, kanın dışarıya çıkmasıy-la malûm olur. Bu sebeple çocuk doğuran kadından faraza kan çıkmasa, İmameyn'e göre lohusa olmuş olmaz. Bu sebeple kendisine gusül lâzım gelmez. Oruçlu ise, orucu bozulmaz, kendisine yalnız abdest almak lâ-zım gelir. Fakat İmam-ı A'zam'a göre ihtiyaten gusül etmesi icap eder.
120-Nifas müddeti içinde görülen temizlik de nifastan sayılır. Meselâ on gün kan gelip beş gün kesildikten sonra tekrar on gün kan gelecek olsa, bu yirmi beş günün hepsi de nifas müddeti sayılır.
(Malikîler'e göre bu aradaki temizlik müddeti yarım ay devam ederse temizlik sayılır, bundan sonra gelen kan, hayızdır. Yarım aydan az devam ederse, hepsi de nifas sayılır.
Şafiiler'e göre de bu temizlik günleri en az on beş gün devam ederse, temizlik sayılır, artık bu günlerden evvelki hal nifas hali, son-raki hal de bir hayız hali olmuş olur. Fakat bu temizlik on beş günden az devam ederse, hepsi nifas hali sayılır.
(Nifasın en son sınırı İmam Malik'e göre yetmiş, İmam Şafiî'ye göre altmış gündür. Çoğunlukla kırk gündür.)
118- El, ayak gibi uzuvları belirmiş olan bir çocuğun düşmesiyle nifas hali meydana gelir ve çoğunlukla on, on beş gün kadar devam eder. Fakat âzası henüz belirmemiş bir düşük ile nifas hali meydana gelmez. Bunun düşmesiyle görülen kan üç gün devam eder, evvelce de en az on beş gün temizlik hali devam etmiş bulunursa, bu bir hayız kanı olmuş olur, böyle olmazsa, istihaza (özür) sayılır.
119-Hayız, nifas, istihaza (özür) halleri, kanın dışarıya çıkmasıy-la malûm olur. Bu sebeple çocuk doğuran kadından faraza kan çıkmasa, İmameyn'e göre lohusa olmuş olmaz. Bu sebeple kendisine gusül lâzım gelmez. Oruçlu ise, orucu bozulmaz, kendisine yalnız abdest almak lâ-zım gelir. Fakat İmam-ı A'zam'a göre ihtiyaten gusül etmesi icap eder.
120-Nifas müddeti içinde görülen temizlik de nifastan sayılır. Meselâ on gün kan gelip beş gün kesildikten sonra tekrar on gün kan gelecek olsa, bu yirmi beş günün hepsi de nifas müddeti sayılır.
(Malikîler'e göre bu aradaki temizlik müddeti yarım ay devam ederse temizlik sayılır, bundan sonra gelen kan, hayızdır. Yarım aydan az devam ederse, hepsi de nifas sayılır.
Şafiiler'e göre de bu temizlik günleri en az on beş gün devam ederse, temizlik sayılır, artık bu günlerden evvelki hal nifas hali, son-raki hal de bir hayız hali olmuş olur. Fakat bu temizlik on beş günden az devam ederse, hepsi nifas hali sayılır.
Hanbelîler'e göre bu temizlik günleri mutlaka temizlik hali sayılır. Bu sebeple diğer temiz haldeki kadınlara vacip olan şeyler, bu nifas gören kadına da bu temizlik günlerinde vacip olur.)
121-Bir kadın, tev'em = ikiz olarak iki çocuk doğurunca nifas müddeti birinci çocuğun doğduğu günden başlar, hesap edilir.
(Malikîlere göre iki çocuk arasında altmış günden az bir müddet geçmiş ise, nifas müddeti birinci çocuktan başlar, bundan fazla bir müddet geçmiş ise, her çocuktan dolayı bir nifas müddeti başlar.
121-Bir kadın, tev'em = ikiz olarak iki çocuk doğurunca nifas müddeti birinci çocuğun doğduğu günden başlar, hesap edilir.
(Malikîlere göre iki çocuk arasında altmış günden az bir müddet geçmiş ise, nifas müddeti birinci çocuktan başlar, bundan fazla bir müddet geçmiş ise, her çocuktan dolayı bir nifas müddeti başlar.
Şafiîlere göre müddet, ikinci çocuğun doğmasından başlar, birinci çocuğun doğmasından sonra gelen kan ise, eğer adet zamanına rast gelmiş ise, hayız kanı olmuş olur, rast gelmemiş ise, bir illet kanı sayılır.)
HAYIZ HALİNE AİT MESELELER
104-Kadınların âdet hallerine çok dikkat etmeleri lâzımdır. Çünkü bu haller, kendilerinin bir çok dinî vazifeleri ile ilgilidir. Bu husustaki başlıca meseleler şunlardır:
105- Kadınlar en az dokuz yaşlarında bülûğ çağına erip âdet gör-meye başlar. Elli veya elli beş yaşlarında da "sinn-i iyas" denilen bir çağa kavuşup âdetten kesilirler. Bu müddetten daha evvel âdetten kesilen kadınlar da vardır.
(Malikîler'e göre henüz dokuz yaşına girmemiş bir kızdan gelen kan, bir hastalık kanıdır. Dokuz ile on iki yaşı arasında bulunan bir kızdan gelen kan, kadınlara veya doktora gösterilir, hayız olduğuna kesin kanaat veya bu hususta şüphe ederlerse, hayız olmuş olur. Hayız olmadığına kesin kanaat ederlerse, bir hastalık kanı sayılır. On üç yaşını geçen bir kadından elli yaşına kadar gelen kan ise, mutlaka hayızdır. Elli yaşını geçmiş bir kadından yetmiş yaşına kadar gelen kan da kadınlara veya doktora gösterilir, yetmiş yaşına yetişmiş bir kadından gelen kan ise, kesinlikle istihazadır.
(Şafıiler'e göre âdetlerin kesilmesi için muayyen müddet yoktur, hayatı boyunca devam edebilir. Bu hususta iklim göz önüne alınır. Çünkü âdet müddeti, beldelerin sıcak ve soğuk olmalarına göre değişir. Şu kadar var ki, adetlerin altmış iki yaştan sonra kesilmesi çoğunlukla olur.
Hanbelîler'e göre de iyas (hayızdan kesilme) müddeti, elli sene ile takdir edilmiştir. Bundan sonra gelen kan, kuvvetli de olsa, hayız değil, istihazadır.)
106-Âdet müddetinin en azı üç gün, yani yetmiş iki saat, en çoğu da on gün, yani iki yüz kırk saattir. Bu iki müddet arasında görülecek kanlar, âdet kanı sayılır. Bu müddet içinde kanın devam üzere gelmesi lâzım değildir, ara sıra kesilebilir. Meselâ bir kadın, üç gün kan görse de sonra iki gün kan kesilip daha sonra üç gün daha devam etse bu sekiz günün toplamı, âdet gününü teşkil etmiş olur.
(Maliki mezhebine göre ibadetler bakımından âdetin en azı için bir sınır yoktur. Hatta bir an görülen bir kan ile de âdet gerçekleşmiş olur. Fakat vefat, boşanma iddetlerine, istibralara göre âdetin en az müddeti, bir gün veya bir günün bir miktarıdır, âdetin en çok müddeti ise, gebe olmayan bir müptedie hakkında yani yeni âdet görmeye başlamış bir kadın hakkında onbeş gün olmak üzere takdir edilir.
107-İki âdet arasındaki temizlik haline "tuhr hali" denir. Bunun müddeti onbeş günden az olamaz. Fakat bundan fazla olabilir. Aylarca, senelerce devam edebilir. Böyle temizlik hali devam eden bir kadına "Mümteddetü't-tuhr" denilir.
(Malikîlerle, Hanbelîlere göre bir hayız arasında kanın kesildiği günlere: "Temizlik günleri = yevmü'n-neka" denir ki, hayız olan kadın, bu günlerde temiz sayılır, diğer temiz kadınların yapacaklarını yapar.
Tuhr'un en az müddeti Malikîlere göre sekiz veya on veya, on yedi gündür. Hanbelîlere göre ise, onüç gündür.)
108-Bazı kadınların âdet günleri muayyendir, meselâ her ay beş veya yedi veya dokuz gün âdet görürler. Böyle bir kadına "mutade" denir. Bir âdet, bir defa ile belirlenmiş sayılabilir. Şöyle ki henüz âdet görmeye başlayan bir kız, ilk defa olarak meselâ sekiz gün kan, daha sonra yirmi iki gün temizlik görse, bu şekilde âdeti belirlenmiş olur. Bu sebeple daha sonra kendisinden bir hastalık neticesi olarak sürekli kan gelecek olsa, âdeti ve temizlik günleri her ay o şekilde hesap edilir.
109-Bazı kadınlarda âdet günleri sabit değildir, daima değişir. Bunlar, meselâ bir ay beş, diğer bir ayda altı gün âdet görebilirler. Bu halde ihtiyat ile amel lâzım gelir. Şöyle ki böyle bir kadın, altıncı gün oldu mu yıkanır, namazlarını kılar ve Ramazân-ı şerifte ise, orucunu tutar. Çünkü bu altıncı gündeki kanın istihaza (özür) olması düşünüle-bilir. Fakat bu altıncı gün çıkmadıkça, cinsel ilişkide bulunamaz, boşan-mış ise, iddeti bitmiş sayılamaz. Zira bu altıncı gündeki kanın da hayız olması muhtemeldir.
110-Bir âdetin değişmiş olması için ona muhalif iki âdet görül-melidir. Meselâ her ay beş gün âdet gören bir kadın, sonra iki defa dört veya altı gün kan görse, âdeti beş günden dört veya altı güne intikal etmiş olur.
Özetle âdet bir defa ile sabit, iki defa ile değişmiş olabilir. Bununla beraber İmam Ebû Yûsuf'a göre âdet, bir defa ile de değişmiş sayılabilir. Buna "fesh-i âdet" de denilmektedir.
111-Belirli adet günlerine muhalif olup, on günden fazla devam etmeyen kanlar âdet kanı sayılır. Bu halde âdet değişmiş olur. Meselâ her ay yedi gün kan gören bir kadın, daha sonra on gün kan görse hepsi de hayız hali sayılır. Bu takdirde, âdeti yedi günden on güne intikal etmiş olur. Fakat belirli adet günlerinden fazla gelen kan, belirli günlerde gelen kan ile beraber on günden fazla olsa, belirli günlerde gelen kandan fazla olan miktar, hayız değil istihâza (özür) sayılır. Meselâ böyle yedi gün kan gören bir kadın daha sonra, on bir veya on iki gün kan görmeye başlasa, bunun belirli olan yedi günlüğü hayız, geri kalan dört veya beş günlüğü de istihâza olmuş olur.
Aynı şekilde her aybaşından itibaren meselâ beş gün âdet gören bir kadın, adeti üzere beş gün kan gördüğü gibi, bundan iki veya üç veya beş gün önce de kan görmüş olsa, bunların tamamı âdet sayılır. Fakat bunların tamamı, on günden fazla ederse, yalnız âdeti günlerinde gördüğü kan hayız olur, belirli günlerden fazla olan kan ise, bir istihâza (özür) sayılır.
112-Âdet gören bir kadından bir hastalık neticesi olarak her zaman kan gelecek olsa, hayız ve temizlikteki âdetine göre hükmolunur. Meselâ her aybaşından itibaren on gün kan, yirmi gün veya altı aydan noksan olmak üzere şu kadar ay ve gün de temizlik görmek üzere âdeti sabitleşmiş bir kadından daha sonra sürekli kan gelecek olsa, yine o şekilde her ayın ilk on günü hayız, diğer yirmi günü veya şu kadar ay ile günü de temizlik sayılır. Fakat temizlik müddeti tam altı ay veya daha fazla bulunmuş olursa, temizlik müddeti altı aydan bir saat noksan olarak kabul edilir ki, bu müddet gebelik müddetinin en az sınırı demektir.
Aynı şekilde yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmaksızın kanı kesilmeyip devam edecek olursa, her aydan on günü âdetine hesap edilir, yirmi günü de temizlik müddeti sayılır.
113-Bir hastalık veya dikkatsizlik neticesi olarak âdet günlerini unutmuş olan bir kadına "Mütehayyire" denir. Böyle bir kadının gör-düğü akıntı kesilmeyecek olsa, âdeti hakkında kuvvetli zannı ile amel eder. Kuvvetli zannı bulunmayınca ihtiyat yönü dikkate alınarak boşan-mış ise, iddeti hususunda âdeti on gün, temizlik müddeti de altı aydan bir saat noksan olmak üzere takdir edilir. Diğer bir görüşe göre temizlik müddeti iki ay olarak kabul edilir. Namazları, oruçları hakkında ise, taf-silât vardır. Bu konuda en mükemmel izahat İmam Serahsi'nin Mebsût isimli kitabında mevcuttur.
114-Âdet görecek bir çağa gelen bir kız, ilk defa görmeye başla-dığı kandan dolayı hemen namazını terk, orucunu tehir eder. Evli ise, cinsel ilişkide bulunmaz. Buna "mübtedie" denir. Bu kan üç günden az bir müddette kesilirse, hayız olmadığı anlaşılır, o zaman terk ettiği namazlarını kaza etmesi lâzım gelir.
İmam-ı A'zam'dan bir görüşe göre bu kan, üç gün devam edip de âdet kanı olduğu sabit olmadıkça, namaz terk, oruç tehir edilmez.
115-Hayız müddeti içinde gelen kan, tamamıyla kesilmedikçe, âdet son bulmuş olmaz. Bu kan siyah, kırmızı, yeşilimtırak veya sarı olabileceği gibi, bulanık, toprağımsı bir renkte de bulunabilir. Âdetini bitirmiş bir kadından gelecek akıntı bembeyaz bir renkte bulunur.
116-Bir kadının görmekte olduğu âdetini kocasına karşı inkâr etmesi veya hakikate muhalif olarak âdet gördüğünü iddia etmesi helâl değildir.
Âdet görmekte olduğunu söyleyen bir kadın iffetli, saliha ise, sözü kabul olunur, değilse kabul olunmaz. Ancak doğru söylediğine bir işaret bulunursa, meselâ sözü âdetinin başlayacağı bir zamana rastlarsa, o halde kabul olunur.
105- Kadınlar en az dokuz yaşlarında bülûğ çağına erip âdet gör-meye başlar. Elli veya elli beş yaşlarında da "sinn-i iyas" denilen bir çağa kavuşup âdetten kesilirler. Bu müddetten daha evvel âdetten kesilen kadınlar da vardır.
(Malikîler'e göre henüz dokuz yaşına girmemiş bir kızdan gelen kan, bir hastalık kanıdır. Dokuz ile on iki yaşı arasında bulunan bir kızdan gelen kan, kadınlara veya doktora gösterilir, hayız olduğuna kesin kanaat veya bu hususta şüphe ederlerse, hayız olmuş olur. Hayız olmadığına kesin kanaat ederlerse, bir hastalık kanı sayılır. On üç yaşını geçen bir kadından elli yaşına kadar gelen kan ise, mutlaka hayızdır. Elli yaşını geçmiş bir kadından yetmiş yaşına kadar gelen kan da kadınlara veya doktora gösterilir, yetmiş yaşına yetişmiş bir kadından gelen kan ise, kesinlikle istihazadır.
(Şafıiler'e göre âdetlerin kesilmesi için muayyen müddet yoktur, hayatı boyunca devam edebilir. Bu hususta iklim göz önüne alınır. Çünkü âdet müddeti, beldelerin sıcak ve soğuk olmalarına göre değişir. Şu kadar var ki, adetlerin altmış iki yaştan sonra kesilmesi çoğunlukla olur.
Hanbelîler'e göre de iyas (hayızdan kesilme) müddeti, elli sene ile takdir edilmiştir. Bundan sonra gelen kan, kuvvetli de olsa, hayız değil, istihazadır.)
106-Âdet müddetinin en azı üç gün, yani yetmiş iki saat, en çoğu da on gün, yani iki yüz kırk saattir. Bu iki müddet arasında görülecek kanlar, âdet kanı sayılır. Bu müddet içinde kanın devam üzere gelmesi lâzım değildir, ara sıra kesilebilir. Meselâ bir kadın, üç gün kan görse de sonra iki gün kan kesilip daha sonra üç gün daha devam etse bu sekiz günün toplamı, âdet gününü teşkil etmiş olur.
(Maliki mezhebine göre ibadetler bakımından âdetin en azı için bir sınır yoktur. Hatta bir an görülen bir kan ile de âdet gerçekleşmiş olur. Fakat vefat, boşanma iddetlerine, istibralara göre âdetin en az müddeti, bir gün veya bir günün bir miktarıdır, âdetin en çok müddeti ise, gebe olmayan bir müptedie hakkında yani yeni âdet görmeye başlamış bir kadın hakkında onbeş gün olmak üzere takdir edilir.
107-İki âdet arasındaki temizlik haline "tuhr hali" denir. Bunun müddeti onbeş günden az olamaz. Fakat bundan fazla olabilir. Aylarca, senelerce devam edebilir. Böyle temizlik hali devam eden bir kadına "Mümteddetü't-tuhr" denilir.
(Malikîlerle, Hanbelîlere göre bir hayız arasında kanın kesildiği günlere: "Temizlik günleri = yevmü'n-neka" denir ki, hayız olan kadın, bu günlerde temiz sayılır, diğer temiz kadınların yapacaklarını yapar.
Tuhr'un en az müddeti Malikîlere göre sekiz veya on veya, on yedi gündür. Hanbelîlere göre ise, onüç gündür.)
108-Bazı kadınların âdet günleri muayyendir, meselâ her ay beş veya yedi veya dokuz gün âdet görürler. Böyle bir kadına "mutade" denir. Bir âdet, bir defa ile belirlenmiş sayılabilir. Şöyle ki henüz âdet görmeye başlayan bir kız, ilk defa olarak meselâ sekiz gün kan, daha sonra yirmi iki gün temizlik görse, bu şekilde âdeti belirlenmiş olur. Bu sebeple daha sonra kendisinden bir hastalık neticesi olarak sürekli kan gelecek olsa, âdeti ve temizlik günleri her ay o şekilde hesap edilir.
109-Bazı kadınlarda âdet günleri sabit değildir, daima değişir. Bunlar, meselâ bir ay beş, diğer bir ayda altı gün âdet görebilirler. Bu halde ihtiyat ile amel lâzım gelir. Şöyle ki böyle bir kadın, altıncı gün oldu mu yıkanır, namazlarını kılar ve Ramazân-ı şerifte ise, orucunu tutar. Çünkü bu altıncı gündeki kanın istihaza (özür) olması düşünüle-bilir. Fakat bu altıncı gün çıkmadıkça, cinsel ilişkide bulunamaz, boşan-mış ise, iddeti bitmiş sayılamaz. Zira bu altıncı gündeki kanın da hayız olması muhtemeldir.
110-Bir âdetin değişmiş olması için ona muhalif iki âdet görül-melidir. Meselâ her ay beş gün âdet gören bir kadın, sonra iki defa dört veya altı gün kan görse, âdeti beş günden dört veya altı güne intikal etmiş olur.
Özetle âdet bir defa ile sabit, iki defa ile değişmiş olabilir. Bununla beraber İmam Ebû Yûsuf'a göre âdet, bir defa ile de değişmiş sayılabilir. Buna "fesh-i âdet" de denilmektedir.
111-Belirli adet günlerine muhalif olup, on günden fazla devam etmeyen kanlar âdet kanı sayılır. Bu halde âdet değişmiş olur. Meselâ her ay yedi gün kan gören bir kadın, daha sonra on gün kan görse hepsi de hayız hali sayılır. Bu takdirde, âdeti yedi günden on güne intikal etmiş olur. Fakat belirli adet günlerinden fazla gelen kan, belirli günlerde gelen kan ile beraber on günden fazla olsa, belirli günlerde gelen kandan fazla olan miktar, hayız değil istihâza (özür) sayılır. Meselâ böyle yedi gün kan gören bir kadın daha sonra, on bir veya on iki gün kan görmeye başlasa, bunun belirli olan yedi günlüğü hayız, geri kalan dört veya beş günlüğü de istihâza olmuş olur.
Aynı şekilde her aybaşından itibaren meselâ beş gün âdet gören bir kadın, adeti üzere beş gün kan gördüğü gibi, bundan iki veya üç veya beş gün önce de kan görmüş olsa, bunların tamamı âdet sayılır. Fakat bunların tamamı, on günden fazla ederse, yalnız âdeti günlerinde gördüğü kan hayız olur, belirli günlerden fazla olan kan ise, bir istihâza (özür) sayılır.
112-Âdet gören bir kadından bir hastalık neticesi olarak her zaman kan gelecek olsa, hayız ve temizlikteki âdetine göre hükmolunur. Meselâ her aybaşından itibaren on gün kan, yirmi gün veya altı aydan noksan olmak üzere şu kadar ay ve gün de temizlik görmek üzere âdeti sabitleşmiş bir kadından daha sonra sürekli kan gelecek olsa, yine o şekilde her ayın ilk on günü hayız, diğer yirmi günü veya şu kadar ay ile günü de temizlik sayılır. Fakat temizlik müddeti tam altı ay veya daha fazla bulunmuş olursa, temizlik müddeti altı aydan bir saat noksan olarak kabul edilir ki, bu müddet gebelik müddetinin en az sınırı demektir.
Aynı şekilde yeni hayız görmeye başlayan bir kızın âdeti sabit olmaksızın kanı kesilmeyip devam edecek olursa, her aydan on günü âdetine hesap edilir, yirmi günü de temizlik müddeti sayılır.
113-Bir hastalık veya dikkatsizlik neticesi olarak âdet günlerini unutmuş olan bir kadına "Mütehayyire" denir. Böyle bir kadının gör-düğü akıntı kesilmeyecek olsa, âdeti hakkında kuvvetli zannı ile amel eder. Kuvvetli zannı bulunmayınca ihtiyat yönü dikkate alınarak boşan-mış ise, iddeti hususunda âdeti on gün, temizlik müddeti de altı aydan bir saat noksan olmak üzere takdir edilir. Diğer bir görüşe göre temizlik müddeti iki ay olarak kabul edilir. Namazları, oruçları hakkında ise, taf-silât vardır. Bu konuda en mükemmel izahat İmam Serahsi'nin Mebsût isimli kitabında mevcuttur.
114-Âdet görecek bir çağa gelen bir kız, ilk defa görmeye başla-dığı kandan dolayı hemen namazını terk, orucunu tehir eder. Evli ise, cinsel ilişkide bulunmaz. Buna "mübtedie" denir. Bu kan üç günden az bir müddette kesilirse, hayız olmadığı anlaşılır, o zaman terk ettiği namazlarını kaza etmesi lâzım gelir.
İmam-ı A'zam'dan bir görüşe göre bu kan, üç gün devam edip de âdet kanı olduğu sabit olmadıkça, namaz terk, oruç tehir edilmez.
115-Hayız müddeti içinde gelen kan, tamamıyla kesilmedikçe, âdet son bulmuş olmaz. Bu kan siyah, kırmızı, yeşilimtırak veya sarı olabileceği gibi, bulanık, toprağımsı bir renkte de bulunabilir. Âdetini bitirmiş bir kadından gelecek akıntı bembeyaz bir renkte bulunur.
116-Bir kadının görmekte olduğu âdetini kocasına karşı inkâr etmesi veya hakikate muhalif olarak âdet gördüğünü iddia etmesi helâl değildir.
Âdet görmekte olduğunu söyleyen bir kadın iffetli, saliha ise, sözü kabul olunur, değilse kabul olunmaz. Ancak doğru söylediğine bir işaret bulunursa, meselâ sözü âdetinin başlayacağı bir zamana rastlarsa, o halde kabul olunur.